Ben demiyorum filizoflar demiş. İlgi çekici, kışkırtıcı başlıkla giriş yapıp dikkatinizi çektiğime göre konuya giriş yapabilirim. Rolf Dobelli’nin yazdığı Hatasız Düşünme Sanatı adında bir kitap okudum. “Aaaa benim kaynımda da var aynı” dedirten birkaç kısmı sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Hiç çoğunluk bir şeyler söyledi diye hemfikir olan bu kadar kişi aptal olamaz diyerek seçiminizi değiştirdiğiniz oldu mu? 1950’de basit bir deney yapılmış, deneklere ayrı odalarda çizgiler gösterip verilen bir referans çizgi ile diğer çizgileri uzun-kısa-eşit şeklinde kıyaslama yapmaları istenmiş, deneklerin hepsi yalnızken doğru kararı verebilmiş. Odaya daha sonra aktör denekler sokulmuş ve yanlış seçimleri ortak bir şekilde yapmışlar.(kısa abi bu ya) Sonuç her şeyi daha önce doğru bilen deneklerin yüzde 30’unda denekler genele uyarak yanlış seçimi yapmış. Topluluk baskısı napacan mecbur.
Hemfikir olan bu kadar kişi de aptal değildir sonuçta davranışı ile bir grup düşüncesi çıkardığımızda bir grup zeki insan aptalca kararlar veriyor, çünkü herkes kendi fikrini aslında olmayan görüş birliğine uyduruyor. Böylece her bir grup üyesinin normal şartlar altında reddedeceği hatta belki saçma bulacağı kararlar grupla alınabiliyor, çoğu zaman farklı fikirler dile bile getirilemiyor.
İşler ters giderse, nasıl olsa sorumluluk bende değil yaklaşımı ile grup tartışmalarında tek başlarına verebilecekleri kararlardan daha riskli kararlar alınabildiği de kanıtlanmış.
Bir harf seçin ve düşünün o harfle başlayan kelime mi daha fazla, biten mi? Başlayanlar sanki daha fazla gibi geldi değil mi? Aslında o harfle biten kelimelerin sayısı fazla olsa bile o harfle başlayan kelime bulmak daha kolay olduğu için başlayan daha fazladır diye düşünürsünüz. Akla gelen örneklerin kolaylığından yola çıkarak görüş belirleriz.
Yaklaşım yanlışlarından bir diğeri de fikirlemizin, teorilerimizin doğruluğunu kanıtlayan örnekleri bulup diğerlerini gözardı etmemiz. Bu yüzden ne tarafa baksak sanki doğru yoldaymışçasına yeni işaretler görür aksi durumları bunlar özel durum kardeşim istisnalar kaideyi bozmaz zaten diyerek hasır altı ederiz.
TAVSİYE! Hiç farklı fikirler üretememişseniz, herkes aynı fikirlerde birleşebiliyorsa ve her şey bu kadar tozpembe duruyorsa bir durup düşünün.
Araştırmalara göre insanlar grup içinde değilseler ve tek başlarına sorumlularsa risk almamaya meyilliymiş.
1913’te beygirlerin performansını araştıran Fransız mühendis Maximilian Ringelmann bir faytonu iki beygir çektiğinde performansın iki katına çıkmadığını farketmiş. Daha sonra araştırmasına insanları da dahil etmiş. Bir grup erkeğe halat çektirip her birinin harcadığı gücü ölçmüş. Ortalamada birlikte halat çeken iki kişi, tek başlarına çekerken harcadıkları gücün sadece % 93’ünü, üç kişi çekerken % 85’ini, sekiz kişi birlikte halat çekerken de ancak % 49’unu harcadığı sonucuna ulaşmış. Bilim bu etkiye sosyal aylaklaşma adını veriyor.
Ekip ne kadar büyükse kişisel katılımımız o derece zayıf olur. Göze batmadan sadece gücümüzün yarısıyla işi halledebilecekken neden bütün gücümüzü harcayalım değil mi?
Kitaptan öğrendiğim bir minik çakallık anlatayım. Alın çekirdeğinizi, çayınızı bekliyorum.
Varsayalım bir ülkenin başkanı oldunuz ve ülkeyi nasıl yöneteceğinize dair zerre kadar fikriniz yok. Ne yaparsınız? Sizi “zorlu yılların” beklediğine dair kehanette bulunursunuz, vatandaşlarınızdan “kemer sıkmalarını” istersiniz ve ancak bu “çetin dönem”, “temizlenme”, “yeniden yapılanma” sonrasında bir iyileşme yaşanacağının sözünü verirsiniz. “Sancılı zamanların” ne kadar süreceğini ve ne kadar sancılı olacağını ise bilinçli olarak muallakta bırakırsınız.
İşleri kötü giden bir şirkette ceo çareşiz, perişan. Hemen bir danışman bulmuş işleri düzeltmek için. Danışman: “Satış departmanınız vizyonsuz, markanız net bir yerde durmuyor, zor bir durum ama düzeltebilirim. Fakat bugünden yarına olmaz sorun karmaşık o yüzden düzelmeden önce cirolarınız daha da kötüleşecek.” diyerek teşhisi koymuş. İlk yıl danışmanın söylediği gibi cirolar düşmüş. Ceo, danışman demek ki işi biliyor söylediği çıktı havasında. İkinci yıl düşüş devam ediyor, üçüncü yıl nihayetinde danışmana tekme.
İşler eğer kötüleşmeye devam ederse öngörüleriniz doğrulanır. Beklenmedik şekilde düzelirse de herkes memnun olur kahraman olursunuz ve bu iyileşmeyi kendi becerinizden sayabilirsiniz. Öyle ya da böyle her şekilde haklı çıkarsınız.
TAVSİYE! Yapılan işlemler, değişim zaman alabilir ama değerlendireceğiniz noktalar nettir, onlardan gözünüzü ayırmayın. Büyük oyunu görün, oyuna gelmeyin.
Zamanında Hanoi’deki Fransız sömürgeci yöneticiler bir yasa çıkarıp, teslim edilen her ölü sıçan için para ödeneceğini duyurmuşlar. Amaç sıçan istilasını engellemek. Çıkarılan yasa insanların sıçan yetiştirmesine yol açmış. 1947’de Ölü Deniz parşömenleri keşfedildiğinde, arkeologlar her yeni elyazmasını getiren için bir ödül koymuşlar. Sonuç her parşömen yırtılıp bölünmüş öyle teslim edilmiş.
Bir şirketin denetim kurulu hedefe ulaşıldığında yönetime prim ödeyeceğini söylerse yöneticiler şirketi kâr getirecek şekilde yönetmek yerine düşük kolay ulaşılabilir hedefler belirlemeye başlar. Buradan çıkarılacak sonuç işin içine teşvik girince ya da teşvik değişince insanların davranışlarını ne kadar çabuk ve köklü şekilde değiştirdikleridir. İkincisi ise, insanların teşvike cevap verseler de teşvikin arkasındaki amaçlara kayıtsız kalmalarıdır.
Eski bir Alman atasözü:
“Saçının kesilme vaktinin gelip gelmediğini hiçbir zaman bir berbere sorma.”
Upton Sinclair:
“Geliri, bir şeyi anlamamaya bağlı olan insanın o şeyi anlamasını sağlamak zordur.”
Charlie Munger balıkçılık malzemeleri satan bir dükkâna girmiş. Raflardan birinin önünde durmuş ve göze batan derecede parıltılı bir olta yemini eline alıp dükkân sahibine sormuş: Söylesene gardaş, balıklar böyle bir şeyi seviyor mu gerçekten? Dükkân sahibi gülümsemiş, Olm Charlie ne adamsın, biz balıklara satış yapmıyoruz az ayık ol.